Birinci balyoz: Karısı allem etmiş kulem etmiş işi punduna getirip nişanlamıştı kızı gavur oğlana. Nasıl da kandı karısının sözüne. Hiç kadın kısmının dediği yapılır mıydı? İçi pişmanlıkla doluydu. Karısı ve kızının oynadığı bu oyuna kanması onuruna dokunuyordu. Lakin nişan yapılmıştı bir kere. Bozmak olmazdı. Nişanlılık yarı evlilikti.
Adam sıcakladı. Alnından, boyun kısmından ter damlıyordu. Koltuk altları tere bulanmıştı. İkinci balyozu sallanmadan kızını ve karısını düşünmemeye çalıştı lakin bu sefer de hayta oğlu düştü aklına.
İkinci balyoz: Ahladı. Adam edememişti şu oğlunu. Koca delikanlı olmuştu ama aklı bir karış havadaydı. Liseden sonra bir kere sınava girmiş sonra da okumam, diye tutturmuştu. İşi gücü kızlara çaka satmaktı. Askerlik bile adam edememişti şu oğlanı. Bir süre işsiz dolaştı. Sonra babasının hatırına birkaç iş bulunmuştu ama delikanlı bin bir türlü bahane bulup ayrılıveriyordu işten. Şimdilerde işsiz, ya sokak da kız peşinde ya evde divana boylu boyunca uzanmış: Sanırsın paşanın oğlu kavat. Demircilikten de anlamıyor eşeşkoğlu eşek, dedi. Oğluna okkalı küfürler savurduktan sonra üçüncü balyozu indirdi. Demirden tok bir ses geldi.
Üçüncü balyoz: Büyük oğlana okkalı küfürler savurduktan sonra küçüğünü süzdü belleğinde. Gözünün önüne getirdi keratayı. evin kazandibiydi ya seviliyordu. Lakin bu da büyüğüne benzeyecek diye korkuyordu adam. O nedenle çocuk liseye gelir gelmez koparacaktı evden bağını. Güzel bir yatılı okula verecekti. Disiplin öğrenecekti orda. Adam olacaktı, tüm umudunu bu küçüğe bağlamıştı. Küçüğü düşününce yüreceği biraz ferahlayıverdi. Demire uyguladığı sertlik biraz yumuşadı. Demire inen balyozların salınışı şimdi daha düzenliydi.
Öğlene kadar balyozu indirip durdu. Kan ter içinde kalmıştı. Öğlen yanındaki kalfasıyla birlikte kurdular sofrasını başladılar yemeğe. Demirci bir ara kalfasına baktı. İnce uzun bir çocuktu. Üfürsen uçacak cinsten. Bedeninin zayıflığına rağmen iyi demir dövüyordu. Yakında beni geçer diye düşündü. Ah ne olurdu oğlu da şu kalfası kadar çalışkan olsaydı!
Sofrayı kaldırdıklarında yan komşusu çıkageldi.
“Selam Beytullah Efendi.” “ Aleykum selam. Hoş geldin.”
Adam suratında yılışık bir gülümsemeyle koltuk altında tuttuğu tavlayı göstererek, “ Bak sana ne getirdim. Geç karşıma da ifadeni alayım.” Her iki adam karşılıklı oturdular. Kalfa misafire ve ustasına kahve pişirmeye gitti.
Tavlaya başlayalıdan beri kimse konuşmamıştı. Kalfa kahveleri önlerine bıraktıktan sonra bedenindeki keyfiyeti dile getirdi, kahvesinden höpürterek bir yudum aldıktan sonra.
“ Canına yandığımın kahvesi! Kokun ayrı, tadın ayrı güzel: kadın gibisin be meret.”
İlk elin bitmesine çok vardı daha. Henüz ilk eli kimin alacağı belli değildi. Komşu durmadan konuşuyordu:
“Geçenlerde hatunla başkente gittik. Bizim baldız orda.”
Demirci kendi hülyasına dalmıştı.
“ Nişanda baldızın saçına, üst başına dünya kadar para verdim. Masraf da masraf. Şu nişan ne ola ki? Düğün en temiz iş.
Aman bir alışveriş yaptı bizimkiler sorma birader.
Ya! Damatlıktır, gelinliktir, çeyiz eşyası: çamaşır makinesi, buzdolabı, TV, bulaşık makinesi; perdelikler, güneşlikler, halılar…
Bir daha gezmek haram olsun bana. Hele kadın kısmıyla gidilir mi gezmeye canım! Hele iki kadınla. İliğini kurutur insanın.
Ah, iyi ki tek kızım var. Söz de erkeğe daha çok gider derler, nerde! Kız kısmı iğneden ipliğe her şeyi istiyor. E, kız çocuğu, kırmaya da gelmez. Babasın üstelik almayıp da ne yapacaksın?
iki bir oldu. Yahu kafan başka yerde mi senin? Sabahtandır konuşuyorum gık demedin. Kendi kendime konuşup durdum.”
"Haklısın pek iyi değilim bu aralar. İstersen bırakalım oyunu. Yendin say.”
Adam gitti demirci ve kalfa yalnız kaldı yine. Adam hiç ara vermeden akşama kadar dövdü durdu demiri. Şu demire verdiği şekil gibi çocuklarına da verseydi ya şekil. Hadi kız uçtu uçacak yuvadan. Ama ya iki oğlan ne olacak? Kendisi bu dünyadan göçmeden önce adam etmeliydi onları. En azından iş güç sahibi olmalıydı her biri. Büyüğü düştü aklına. Birden onun bugün iş görüşmesine gideceğini hatırladı. İçine yeniden bir umut düştü. Bakarsın bu sefer güzel bir iş bulurdu?
Eve vardığında karanlık iyice çökmüştü. Geniş bir sokağa girdi. İki yüz metre sonra köşeden dar çıkmaz bir sokağa girdi. Çıkmaz sokağın en son evine girdi ürkek adımlarla. Anahtarı kapı deliğine sokacaktı ama kapıyı aralık gördü. Sessizce içeri girdi. Holü geçti. Oturma odasına geçecekti ki kızının kaldığı odadan sesler duyuldu. Karısı konuşuyordu: “ Bana bak kız, bu kumaşları baban aldığımızı duymasın, öldürür bizi vallah. Biriktirdiğimiz altınları bozdurup da aldık.”
Kız küçümseyerek baktı annesine. Dudak bükerek konuştu: “ Aman anne dediğin şeye bak. Biliyorsun ki zengin birine eş olarak gideceğim. Ne yani çeyizsiz, eşyasız gideyim de onun yanında ezileyim mi?”
Adam bozuldu bu konuşulanlara ama ses etmedi. Mutfağa yöneldi yemekte ne var, diye. Mermer bangonun üzerinde kirli tabakların olduğunu görünce yemeğin ondan önce yenmiş olduğunu anladı. İçerledi bu duruma ama sesini çıkarmadı yine. Yemek yiyecekti vazgeçti. Oturma odasına yöneldi. Kapı aralığından büyük oğlanın kanepenin üzerine boylu boyunca uzanmış olduğunu görünce iş görüşmesinin olumsuz geçtiğini anladı. Tüm bedenine yeniden bir umutsuzluk çökmüştü. Yüreği sıkıştı. Koca ev dar gelmişti kendisine. Bir süre bu yorgun ve umutsuz bedenini nereye atacağını bilemedi. En son yatak odasına gitmeye karar verdi. Odasına geçti. Üzerini değiştirmeden yatağın içine girdi. Bu ilk defa yaptığı bir şeydi. Genelde yatağa girmeden önce bir duş almayı ihmal etmezdi. Ama bugün canı çekmedi. Yorganı kafasının üzerine geçirip uyumaya çalıştı. Bir müddet sonra rüyasında aile tablosunun aynısını gördü. Az önceki sessizliği bu sefer bozulmuştu. Sağa sola bol bol küfür yağdırıyordu.
Canan al(Nehir Amara)
Berfin Bahar dergisi
Nisan 2012 İzmir Kitap Fuarı